Sonuç: Osmanlı Devleti'nin Dış Borçlanması (1800-1881)

İlk Borçtan Ekonominin İflasına

 Osmanlı Devleti’nin son yüzyılı yani 19. Yüzyılı incelendiğinde, yabancı sermaye beraberinde hem ülke içinde hem de uluslararası faaliyetler çerçevesinde yapısal bir değişiklik getirdiği gibi dışa bağımlılığın en yüksek olduğu dönem olarak adlandırabilir.

 Avrupa ticaret sermayesi, 19.yüzyıla gelindiğinde Osmanlı ekonomisine nüfuz ederken hem Osmanlı tüccarlarını hem de mültezimleri aracı ve mal tedarikçisi olarak kendi hizmet ağına katmış görünmektedir. 19.yüzyılın başlarından Osmanlı İmparatorluğu’nun ihracatında en önemli yeri ham maddeler almakta olduğundan, ham pamuk ve yün ihracatı dokunmuş kumaş oranına göre çok daha büyük bir yer tutmaktadır. Bunun başlıca sebebi ise mamul ihracat yapılan memleketlerden sanayinin hızla ilerlemesi ve sadece ham madde yutan büyük imalat merkezlerinin gittikçe gelişmesi ve Osmanlı sanayisinin eski gücünün kalmaması olarak ifade etmektedir.          

Sanayi devrimini diğer ülkelere göre erken tamamlayan İngiltere Napolyon savaşları sonrasında dünya pazarlarında büyük ölçüde rakipsiz kalmıştı. Bu devirde sanayileşmeye çalışan Avrupa’nın korumacılık önlemleri karşısında çevre ülkelere yönelmiş ve bu arada Osmanlı-İngiliz ticareti hızla büyümeye başlamıştır.

Birinci Dünya Savaşı’na kadar geçerliliğini koruyacak olan 1838 Balta Limanı Ticaret Anlaşması’nı İngiltere’nin dünya çapındaki girişimlerinin bir devamı olarak ve Osmanlı ekonomisinin dışa açılmasını kolaylaştıran bir düzenleme olarak kabul etmektedir.

 İngiltere ile imzalanan Balta Limanı Ticaret Anlaşması ile başta bu iki ülkenin tüccarlarına olmak üzere yeni imtiyazlar verilmiştir. Devletin önemli gelir kalemlerinde olan gümrük resimleri “1838 yılına kadar yıllık %10 iken, bu anlaşmadan sonra ithalata %5’e, ihracatta ise %3’e indirilmiştir.       

1825-1850 yılları arasında Osmanlı dış ticaretinin büyüme hızı önceki yıllarda görülmemiş boyutlara ulaşmıştır. Bu hızlı büyüme sonunda bir yandan zanaatlara dayalı üretim faaliyetleri gerilerken diğer yandan da dünya pazarları için tarım mamulleri üretimi yaygınlaşmıştı. Bu devrede dünya pazarları için tarımsal mal üretiminin genişlemesi ve zanaatların gerilemesi daha ziyade ucuz ulaştırma araçlarının var olduğu kıyı bölgeleri ile sınırlı kalmıştır.

Elimizde bilgiler dış ticaretteki bu genişlemenin ekonominin genel düzeyi üzerindeki etkisini tam olarak tespit etmeye ne yazık ki yeterli değildir. Elimizde Osmanlı dışı dünya ekonomisine ait detaylı bir bilgi birikimi olmasına rağmen 1800-1875 yılları arasında dünya ekonomisindeki dalgalanmaların Osmanlı ekonomisine etkileri neler oldu onu tam olarak tespit edecek hatta tahmin edebilecek bir bilgiye sahip değiliz.

Ancak zayıflayan bir merkezi otorite, nüfuzlu bir toprak sahipleri tabakasının ortaya çıkmasına seyirci kalabilirdi. Nitekim aynı dönemdeki gelişmeler Osmanlı Devleti’nin gitgide artan mali krizini artırmıştı. Bu mali kriz ise Osmanlı Devleti’ni uzak vilayetlerde gelen tehditler karşısında daha da güçsüz kılmıştı. Her ne kadar özellikle 16.yüzyılda köylüden toplanan vergi devletin başlıca gelir kaynağı idiyse de başka gelir kaynakları da önem kazanmıştı. Bu gelirler Devletin coğrafi konumunun sağladığı avantajlardan (kara ticaret yolları) ve askeri yayılmacılığından elde ediliyordu. Ama ticaret yolları yön değiştirmeye başlayıp toprak genişlemesi durunca bu iki faktörün hazineye katkısı da sona erdi. Ayrıca kısmen de olsa, en küçük vergi toplayıcıların (sipahilerin) sağladığı askeri hizmete dayanan mali yapı, süvarinin öneminin azalmasıyla birlikte önemini yitirdi. Böylece sarayın tarım dışı vergi tabanı eridiği gibi, toplayabildiği gelirler işlevsel olmaktan çıkıyordu. Öte yandan parasal harcamaları artmaktaydı. Ortaya çıkan mali kriz, merkezin kırsal alanlardaki merkez-kaç eğilimi durdurabilecek zorlayıcı aygıtı harekete geçirmesini önlüyordu. Vergi gelirlerini artırma girişimleri, tarımsal yapının dengesini daha da bozarak durumu ağırlaştırmıştır.

19. yüzyılın ikinci yarısında dış borçlanma hızlanarak devam etmiş ve yüzyılın sonlarına doğru borç veren devletlerin hakimiyeti hissedilmeye başlanmıştır. Devletin gelir kalemlerindeki azalma, masraflardaki artma Osmanlı bütçelerinde çok ciddi açıklar yaratmıştır. Özellikle Tanzimat dönemi idarecileri bu açıkların kapatılması için öncelikle iç piyasadan borçlanma yoluna, mali imkanları olanlardan iane ve çalışanların maaşlarından kesintiler yaparak bu açıkları kapatmaya çalışmışlardır.

Tanzimat döneminde Osmanlı ekonomisini yakından ilgilendiren konulardan bir tanesi de bankacılık faaliyetleri olarak görünmektedir. Bankacılık konusundaki ilk denemeler 1844 yılında Londra da bir grup İngiliz tüccar tarafından kurulan İzmir Ticaret Bankası olup, bunu 1847 yılında Galata Bankerlerinin 200 bin sterlin sermaye ile kurulan İstanbul Bankası takip etmiştir. Bankacılık alanındaki bu faaliyetler gerek Avrupa da gerek de Osmanlı ülkesinde meydana gelen siyasi ve ekonomik hadiselerin yarattığı olumsuz hava neticesinde başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Bu bankalar arkalarındaki çok ciddi bir borç bırakıp iflas etmişlerdir. 

Ancak, Fransız ve İngiliz sermayesiyle kurulan Osmanlı Bankası bu sahadaki çalışmaların ilk örneği olarak görülmektedir. 1863 yılında banknot basma yetkisini de eline alan banka Osmanlı mali piyasasında kısa zamanda güçlü bir müessese haline gelmiştir. Osmanlı Bankasının evrakları 1947 yılına kadar piyasalarda işlem görmeye başlamıştır. 

Tanzimat devlet adamları, 1856-1876 yılları arasında yalnız gelenekselleşmiş bir iş haline gelmiş olan idari alandaki suiistimallerin kökünün kazınması için değil, aynı zamanda temsili yönetim ile yönetimde nihai sekülerizasyona temel oluşturan Batı fikirlerinin benimsemesi yönünde de çaba harcadı. Tanzimat dönemi devlet adamları kötü planlanmış mali merkezileştirme teşebbüsünde ve iç pazarların Avrupalılara açılmasında, neticeleri imparatorluk sisteminin çöküşünden önce tam olarak asla düzeltilmeyecek iki önemli hataya, belki de kaçınılmaz olarak düştüler. Bu hataların başında yabancı devletlere tanınan imtiyazlar gelmekte olup; bir diğeri de sosyal hayatı derinden etkileyecek olan, batı tarzı bir hukuki yapılanmanın zeminlerinin hazırlanması idi.

Tanzimat İdaresinin, uygulamaya koyduğu bir başka mali gelişmede piyasalara çıkarılan kâğıt paralar konusunda olmuştur. Osmanlı Devleti’nin resmi parası akçe olmakla beraber piyasada mahalli paralarına tedavülde olduğu bilinmektedir. Sultan Abdülmecid saltanatında kâğıt para basılmasına teşebbüs edilmiştir. 1840 yılında ilk defa olarak piyasada çıkarılan 10.000 keselik kaimenin ihtiyaca cevap vermemesi üzerine yıllık faizi 6.000 kese olan 48.000 keselik kaime daha piyasaya sürülmüştür. Osmanlı da ilk faizsiz kaimeler, 1850 yılında 10 ve 20 kuruşluk kupürler halinde piyasaya çıkmıştır.

Mustafa Reşit Paşa’nın Avrupa piyasalarında 1850 yılında borç para bulmak için yaptığı çalışmalar yönetimde meydana gelen değişiklikler neticesinde başarısızlıkla neticelenmiş idi. Yapılan anlaşmanın tatbiki mümkün olmadığından Osmanlı Devleti 2,2 milyon frank tazminat ödemek zorunda kalmıştır. 

Kırım Savaşı’nın, Osmanlı ekonomisi üzerinde yarattığı maliyetin giderilmesi için ilk olarak 1854 yılında yabancı ülkelerden borç para alımına gidilmiştir. Alınan ilk dış borcun en önemli özelliği borca kefil olan İngiltere ve Fransa’nın kefil oldukları borcun harcanacağı yerleri denetlemek için bir komisyon oluşturmalarıdır. Bu komisyon Osmanlı Devleti’ne mali alanda ilk defa doğrudan dış müdahaleyi başlatmış ve bu süreç devletin tasfiyesini hazırlayan Duyun-ı Umumiye İdaresinin tesis edildiği 1881 yılına kadar devam etmiştir.

1854-1876 yılları Osmanlı Devleti’nin dış borçlanma ile dışa bağımlılığın arttığı dönemdir. Bu dönemde Avrupa’daki ülkeler sanayileşmeye devam etti ve 1850-1873 yılları genellikle genişleme yılları oldu. Bu yıllar aynı zamanda İngiltere’nin gücünün duruğa çıktığı yıllar olmuştur. Ancak, 1860’lardan sonra İngiltere’nin Osmanlı’daki yatırımları daha önceki hızını kaybetmiştir. Dünya pazarlarındaki hammadde talebinin genişlemesi dolayısı ile bu devrede Osmanlı dış ticareti hızla büyümeye devam etmiştir. Bu arada Kırım Savaşı ve Amerikan İç Savaşı nedeniyle, Amerikan pamuğunun dünya pazarlarından çekilmesinin etkileri, dışa açılmakta olan kesimlerde ekonomik genişleme olarak güçlü bir şekilde hissedilmiştir.

1850’lerde ekonominin dünyaya açılış sürecinde bir diğer husus dış borçlanma ve yatırımlar yolu ile ülkeye dış sermaye girişi olmuştur. Osmanlı Devleti 1875’te borçlarını ödeyemez duruma düşünceye kadar, ödeme imkanlarını çok aşan miktarlarda ve son derece ağır koşullarla borçlanmış, elde edilen paralar cari harcamalara gitmiş ve böylece devletin mali kaynaklarının Avrupalılar tarafından denetim altına alınmasına sebep olmuştur. 

Dış borçlar dışında yabancı yatırımlar da 1850’lerde başlamış, ancak bunlar sınırlı kalmıştır. Bu yatırımlar esas olarak kıyı bölgelerinde demiryolu yapımı ile yoğunlaşmıştır. Bu arada Avrupa devletlerinin baskısı altında ekonominin dışa açılışına ilişkin kurumsal düzenlemeler sürdürülmüştür. Bunlar arasında en önemlisi yabancı sermaye eliyle kuruluşmuş olan Osmanlı Bankası’na 1863 yılında devletin kâğıt para basma yetkisinin devredilmesi ve imparatorluğun fiili olarak altın standardına bağlanması ile 1866 yılında yabancılara tarım arazisi satın alma hakkının tanınması sayılabilir.

1861 yılında yüzlük mecidiye altını 350 kuruşa yükselince kaimelerin piyasadan çekilmesine ihtiyaç duyuldu. Ülkede bir istikrara kavuşturulamayan kaime basım işlemine 13 Eylül 1862 yılında alınan bir kararla son verilmiştir. 

Osmanlı Devleti’nin piyasaya çıkardığı tahvilleri Batı ülkelerindeki tahvillere göre daha kârlı olduğundan, yabancılar için bir kazanç kaynağı olmuştur. İngiliz yatırımcılar kendi ülkelerinde piyasaya verilen tahvilleri daha az kârlı buldukları için bunları ellerinden çıkararak Osmanlı tahvillerine yatırım yoluna gitmişlerdir. Bu arada yabancı şirketlerin Osmanlı ülkesinde Gayri Müslim ahaliden ortaklar seçmesi de dikkat çekici olarak ifade edilebilir.

 Gayri Müslim tebaanın yabancı devletlerin himayesine sığınarak ticaret yapmaları hususunda II. Mahmud oldukça hassas davranıyordu. Bu tüccar grubu bir nevi yabancı devletlerin temsilcileri gibi davranış gösteriyorlardı. 19.yüzyılda Avrupa’da ciddi bir sanayileşme olduğu gibi, sanayi için gerekli olan ham maddenin temini ise yeni arayışları da beraberinde getirmekte idi. Osmanlı Devleti, Tanzimat (1839) öncesi ve sonrasına rastlayan yıllarda, Batılı ülkelere kıyasla biraz geç de olsa, bir “sanayileşme hamlesi” yapmaya çalışmış; ancak bu hamle onun bir sanayi toplumu haline dönüşmesine yetmemiştir.

Dünya ekonomik buhran yıllarının içinde bulunduğu 1873-1881 yılları Osmanlı ekonomisi için de büyük kriz yılları olmuştur. Bilhassa 1873-1876 yılları imparatorluk açısından olağanüstü boyutlarda siyasal, toplumsal ve iktisadi buhranlar devri olmuştur. 1873 yılında dünya borsalarında başlayan kriz Osmanlı ekonomisini felç etmiş ve çok büyük bir borç yığını altında bırakmıştır. Zaten ekonomisi kötü olan devlet, bu kriz karşısında çok daha kötü hale gelmiştir. Ekonominin kötüye gitmesinden sonra, Anadolu’da yüzyılın en büyük kıtlığı başlamıştır. 

Osmanlı Devleti mali piyasasında yaşadığı olumsuzluklar ve yüksek faizli borçlar sonucunda 6 Ekim 1875 yılında borçlarının ödemeyeceğini ilan etmek zorunda kalmıştır. Osmanlı Devleti 1875 yılında yaklaşık yirmi yıldan beri aldığı borçları ve borçların yüklü miktardaki faizlerinin ödeyememesi üzerine, bu kararı almak zorunda kalmıştır. Bu karar iç ve dış piyasada Osmanlı Devleti’ne karşı önemli ölçüde bir güvensizliğin doğmasına neden olmuştur. 

Osmanlı Devleti, 1876 yılında Birinci Meşrutiyeti ilan etmiştir. Birinci Meşrutiyetin ilan edilmesinden sonra patlak veren 1877-78 savaşı ve devletin bu savaştan yenik çıkması beraberinde büyük toprak kayıpları ve nüfus kaybı getirmiştir. Bu savaş kötü halde olan Osmanlı ekonomisini daha da kötü hale getirmiştir. Osmanlı İmparatorluğu tarihi boyunca büyük nüfus hareketlerine tanık olmuştur. Bunların temel nedeni, önce toprak kazançları, fethedilen ülke nüfuslarının imparatorluğa katılmasıdır. Duraklama ve çöküş döneminde ise tam tersi bir daralma söz konusudur. 

Kırım Savaşı’nın yarattığı maliyetin giderilmesi için ilk olarak 1854 yılında yabancı ülkelerden borç alınmaya başlanmıştır. Alınan ilk dış borcun en önemli özelliği borca kefil olan İngiltere ve Fransa’nın kefil oldukları borcu harcadığı yerleri denetlemek üzere bir komisyon oluşturmasıdır. Bu komisyon Osmanlı Devleti’ne mali alanda ilk defa doğrudan dış müdahaleyi başlatmış ve bu süreç devletin tasfiyesini hazırlayan Duyun-ı Umumiye İdaresinin tesis edildiği 1881 yılına kadar devam etmiştir. 1854 yılında devletin iflas ettiği 1875 yılına kadar geçen sürede alınan dış borçlar çok ağır koşullarda alınmıştır. 1860 yılından sonra hazineye borç olarak giren 1 İngiliz lirasına karşılık olarak, hazineden 2 İngiliz lirası borç ödemesi olarak çıkmıştır. Osmanlı Devleti’i mali piyasasında yaşadığı olumsuzluklar ve yüksek faizli borçlar sonucunda 6 Ekim 1875 yılında borçlarını ödeyemeyeceğini ilan etmek zorunda kalmıştır. Bu karar iç ve dış piyasada Osmanlı Devleti’ne karşı önemli bir ölçüde güvensizliğin doğmasına yol açmıştır. 1881 yılındaki Muharrem Kararnamesi ile alacaklı ülkeler Osmanlı maliyesine kendi müteşebbisleri ve yandaşları sayesinde doğrudan müdahale etmiştir.

 Bu şekilde son derece elverişsiz koşullarda yapılan dış borçlanmalar sonucu hükümet 1875 yılında ödemelerin durdurulması kararını almak zorunda kalmıştır. Bu kararla ortaya çıkan mali bunalım 1881 yılında Muharrem Kararnamesi ile Osmanlı Duyun-ı Umumiye İdaresinin kurulmasına ve belirli kamu gelirlerinin tahsili ve vadesi gelen borç faizlerinin ödenmesi işlerinin doğrudan doğruya yabancılardan oluşan bir heyet tarafından yapılmasına yol açmıştır.

Osmanlı’nın sosyo-ekonomik çöküşü ve tarih sahnesinden çekilişi bir anda olmamış, yüzyılları alan bir süreç içerisinde gerçekleşmiştir. Bu tükeniş başlangıçta Osmanlı’nın yarı sömürge nitelikler kazanması ve tarihin zorunlu bir durağı olarak uluslaşma hareketlerinin etkisiyle toprak bütünlüğünü yetirmesi gibi nedenlerle hızlanmıştır. Batı’nın sömürgelerden elde ettiği zengin kaynaklarla sağladığı birikim sonucu sanayi devrimini yapması, Osmanlı’yı dünya ekonomisi içinde hammadde ihracatçısı, sınaî ürün ithalatçısı konumuna sürüklenmiştir. Ayrıca Osmanlı devlet yapısının modern sınıflaşmayı engelleyen örgütlenmesi toplumsal sınıfların gelişimine engel olduğu için üretim güçlerinin sağlıklı gelişimi mümkün olmamıştır.

Osmanlı Devleti’nde Duyun-ı Umumiye İdaresinin kurulmasıyla Osmanlı ekonomisi bağımsızlığını yetirmiştir. Ekonomi yabancı ülkelerin kontrolüne geçmiş ve bu kontrol mekanizması Osmanlı Devleti’nin çöküşünü hızlandıran etkenlerden olmuştur. Sonuç olarak, Osmanlı Devleti’nin çöküşünü salt dış borçlanmaya bağlamamak gerekir. Bu bağlamda hareket edersek büyük bir yanılgı içine düşmüş oluruz. Osmanlı Devleti’nin çöküşünün nedenlerini daha iyi tahlil edebilmek için, Osmanlı Devleti’nin tarihini bir bütün olarak ele alıp incelememiz gerekir.

 

Yorum Gönder

Daha yeniDaha eski